VİTRAY HAKKINDA

Vitray nedir ?  
Renkli camın biçimli kesilerek bir resim oluşturacak şekilde biraraya getirilmesi sanatıdır.

Vitrayın tarihi :
İlk vitrayın çıkışı, tarih içinde kaybolmuştur. Bu teknik, belki de mücevher yapımı, mineleme ve mozaikten gelmektedir. Bildiğimiz kadarıyla vitray pencereler, varlıklı kiliselerin inşasıyla görülmeye başlanmıştır. 10.yüzyıl ile birlikte, Hz.İsa’ nın resimleri, Kutsal Kitap’tan sahneler Fransız ve Alman Kiliselerinde, dekoratif desenler de İngiltere’de görülmüştür.

Camın büyüsü: Cam, maddenin gaz, sıvı ve katı özelliklerini ifade eden bir biçimdir. Daha çok, ’çok soğutulmuş’ bir sıvıya benzer. Işığı zapt eder ve derinliklerinden ışıldar. Sıradan malzemelerle yapılmış, nadide bir mücevherdir:  ateşin dönüştürdüğü kum
İnsan, kayıtlı tarihten önce camı yapmayı ve onu renklendirmek için, içine metalik tuzlar ve oksitler koymayı öğrendi. Camın içindeki bu mineraller, beyaz ışıktan özel bir parçayı zapt edip, insan gözünün çeşitli renkleri görebilmesi için serbest bırakır. Kobalt maviyi, gümüş sarıyı, altın ve bakır karışımı yeşil ve kiremit kırmızısını üretir.

Vitray pencere yapımının teknikleri, MS1100’lerde, zanaatkârlara öğretilmek amacıyla, keşiş Theophilus tarafından yazıldı: “Şayet basit pencereler yapmak isterseniz, önce uzunluk ve genişlik ölçülerini bir tahta panelin üzerine işaretleyin, daha sonra, belli bir deseni ya da sizi hoşnut eden başka birini çizin ve kullanmayı düşündüğünüz renkleri seçin. Camı kesin ve parçalari kurşunla biraraya getirip lehimleyin. Zincirlerle sağlamlaştırılmış ağaç çerçeveyle etrafını çevirin ve arzu ettiğiniz yere yerleştirin.” , 900 yılı aşkın sürede, metotlarda çok küçük değişiklikler oldu.

Gotik çağ, Avrupa’da büyük katedralleri üretti ve çiçeklerle dolu vitray pencereleri getirdi. Kiliseler daha yüksek ve aydınlık oldular, duvarlar inceldi ve vitray duvarlardaki giderek genişleyen açıklıkları doldurmak için kullanıldı. Vitray dışardaki dünyayı içeriye dolduran güneş oldu. St.Denis Manastırı’nın Başrahibi Suger, kilisesini yeniden yaptırdı, ki bu kilise Gotik stilin ilk örneklerinden biridir. Camın yapılması için zanaatkârlar getirdi ve yapılanlara dair günlük tuttu. Güzel nesnelerin varlığının insan ruhunu Allah’a yaklaştırdığına gönülden inanıyordu.

Vitray pencereler genellikle saydam resimler olarak görüldüler. Gotik vitray pencereler, azizlerin yaşamları ve Kutsal Kitap’taki hikâyelerden esinlenerek hazırlanan, karışık desenlerin, renkli cam parçalarının kurşunla biraraya getirildiği karmaşık panolardı. Bakıldığı yerden, bir resim olarak değil fakat siyah çizgiler ve renkli ışık olarak beliriyordu. Ortaçağ insanı, pencereleri anlamak, yorumlamaktan daha çok, yaşadı. Vitray, kiliseyi özel, tüm gücün sahibi Tanrı’nın kutsal ikametgâhı yaptı.
Ortaçağ zanaatkârlarının doğal ve gerçekçi görüntüleri meydana getirmekten çok, tasvir ve düşünceyle ilgilendiklerini görüyoruz. Zengin cevher renkleri, pastel, donuk olanlarla rövanşı oynadı. Cam üzerindeki boya çalışmaları kaba ve sönüktüler çoğu zaman.

15.yy’da, Gotik’in doruk noktasında, vitrayın görüntüsü değiştirildi. Daha çok resim, daha az boşluk oldu. Pastel renkler, daha çok ışığın içeri girmesine izin verdi ve desenler büyüdü, çoğu zaman bütün pencereyi doldurdu. Boya çalışmaları daha karmaşıklaştı. Gümüş boyanın yeniden keşfi, ressamlara sarı saç ve altın giysileri resmetme serbestisi sağladı.

Zaman içinde, biçim yüzey resmine, vitray sanatçıları ise cam ressamlarına dönüştü. Bir zamanlar dekoratif unsur ve gereklilik olarak kabul edilmiş olan kurşun çizgiler/sınırlar, desen tarafından gizlenmesi gereken yapısal dertlere dönüştüler. Rönesans, vitray sanatını 300 yıllık bir dönemin sonuna getirdi, ki artık beyaz cam ağırlıklı olarak boyanıyordu. Vitray ilk zamanlardaki tüm ihtişamını kaybetti ve orjinal simgecilik olarak görülür oldu, sonunda da vitray’ın tanrı vergisi güzelliği unutuldu.

Bu dönemde vitray evlerde, kamu binalarında ve kiliselerde modaya uygun bir unsura dönüştü. Vitrayın daha çok ne anlama geldiği unutuldu. 18.yüzyıl, birçok ortaçağ vitray pencerelerinin yerlerinden kaldırıldığına şahit oldu. Maalesef, eski moda yargısıyla tahrip edildiler ve yerlerine boyalı camlar yerleştirildi.

İngiltere’de 1800’lerin ortalarında, Gotik mimariye yeniden ilginin doğduğu görüldü. Bazı amatör sanat tarihçisi ve bilim adamları, ortaçağ cam tekniklerini yeniden keşfettiler. Cam parçaları test edildi ve renk sırları çözüldü.

İngiltere’deki cam atölyeleri, yeniden uyanışa geçen Gotik binaların ortaçağ pencerelerinin kendi versiyonlarını yaptılar. İngiliz göçmeni Bolton Kardeşler Amerika’da ilk vitray atölyesini kurdular. Bu Gotik tarzı pencereler, özgün Amerikan stili geliştirilinceye kadar, kiliselerin, basit süs amaçlı ve figür resmedilmiş pencerelerinin modelini oluşturdu.

John La Farge and Louis Comfort Tiffany camla denemeler yapan iki Amerikalı ressamdır. Çağdaştılar, ancak birbirlerinden habersizce, boya kullanmaksızın, geniş bir alanda görsel etkiler yaratmak için, camı geliştirmeyi deniyorlardı. Kısa süre sonra rakip oldular. La Farge 1879 yılında opal camı geliştirdi ve telif hakkını aldı. Tiffany bunu populer kıldı ve ismi, opal cam ve Amerikan cam hareketi ile eşanlamlı oldu. La Farge ve Tiffany, detaylı, akan desenlerde renkçe zengin camı ve zor kesimleri kullandılar. Cam tabakaları ve kaplama işlemleri, derinlik ve doku oluşturdu. Her ikisi de, kiliseler için olduğu gibi, özel mülkler için de pencereler yaptılar.

Kurşunun yerine ince bakır folyolar kullanma yöntemi, pencerelerde karmaşık bölümler oluşturulabilmesine olanak sağladı. Tiffany tekniğini abajur yapımında kullandı ve elektrikle aydınlatmada yepyeni bir buluşun başı oldu. Tiffany’nin müşterileri, Vanderbilts ve Astor Aileleri’nin de dahil olduğu, zengin ve yüzyılı biçimlendiren ailelerdi. Tiffany tekniği taklitçileri özendirdi ve opal pencereler ve gölgelikler yüzyıl oluşurken gözde kaldılar.

1.Dünya Savaşı’ndan sonra beğeniler değişti. Mimarideki arkeolojik hassasiyetin canlanışı, NeoGotik kiliseler için, yeni gotik cam pencereleri gerekli kıldı. La Farge 1910’da öldü, opal cama ilgi azaldı ve Tiffany, 1933’teki ölümüne ve atölyelerinin sonraki iflasına kadar, bunun son koruyucusu, hamisi oldu. William Willet, Rambusch, Charles Connick ve Nicolai D’Ascenzo gibi yeni zanaatkârlar Amerika genelinde kiliselere pencereler yaptılar.

Kilise pencereleri dışında, vitray 2.Dünya Savaşı dönemine kadar azalarak hayatta kaldı. Resimdeki soyut ve dışavurumcu hareketler, yeni bir grup sanatçının, cam ortamında sanatsal ifadeyi araştırmasında etkili oldu. Çağdaş kilise pencereleri bazı yönlerden erken Gotik dönemi çalışmalarına yakınlık gösterebilir. Sahneleri ayırt etmek kolay değildir, sıradanın mistik olana dönüşümü sayesinde, dalgın davranışlar ilham eden ışığın ve rengin saf atmosferini yeniden yarattılar.

Vitray ya da daha belirleyici olarak cam sanatını, bugün her yanda görmekteyiz. Son 30 yılda, bu sanatın hayal ürünü biçimlerine ve bir çok yeniliğe ilgi giderek artmaktadır. Bu alandaki sanatçıların çoğalması, yeni teknolojiler ve vitraya hobi düzeyinde de olsa ilginin artması CAMIN YENİ ALTIN ÇAĞI olarak adlandırılan bir dönemin başını çekmektedir. Bugün yeni evler, sıklıkla, görülmeye değer cam girişler, vitray banyo pencereleri ve Tiffany tarzı aydınlatmalar ile süslenmekte, dekoratif paneller güneşli pencerelere yerleştirilmek üzere satın alınmakta, sıcak şekillendirilmiş (füzyon)  muhteşem parçalar masaların üzerine konulmakta, duvarlarda, gölgeliklerde yerlerini almakta ve pencereleri doldurmakta. Yeni sanatçılar, her gün eşsiz yeni bir form geliştirmekte, yaratmakta ve tasarlamaktalar.

Kaynak: Text Courtesy of the Art Glass Association
Çeviri : Mine Daldal